30 Ekim 2017 Pazartesi

FYORT MU DEDİN? 😉



Bayramda Nordic takilanlar, dana yerine somona girerler 😄

Bayramlari coluk-cocuk kutlamak en guzeli, ama cocuk kismisi bayramda baska yerlere dagilinca biz de kendimize program yapalim diyoruz. Ne zamandir hayalini kurdugumuz İskandinavya'ya gitme fikri Murat'tan geliyor. Zaten ne zamandir vire Oslo - Bergen tren yolculugunun "tam zamanli" videolarini seyretmesinden anlamaliydik! Gidis ve gelis gunu en yogun gunlerin bir sonrasi secilerek plan yapiliyor. İsvec'i bu kez atlayarak Norvec ve Danimarka'ya yogunlasiyoruz. Zaten Bergen yolculugundan, fiyortlardan uzun suredir bir elektrik almisligimiz da var! 😉Bu konudaki en compact, en hap program Norway in "nutshell". Gunubirlik olani da var ama biz round-trip seciyoruz. Oslo'dan baslayarak Bergen'e trenle varis, o gece Bergen'de kalis ve ertesi gun sabahtan baslayarak tren - otobus - tekne marifetiyle daglari, selaleleri gorerek veee fiyortlarda gezerek Oslo'ya geri donus. (Bunun tersi de mumkun). Sonrasinda da Oslo'dan gece yatili feribotla Kopenhag'a gecis, bir gece de orda kalarak vatana avdet! Bu hedefe uygun muhtelif biletlerimizi, otel rezervasyonlarimizi yapiyoruz. En sevdigimiz Booking.com ile bir rezervasyon kazasi da yasiyoruz, ama o bu yazinin konusu degil. Hatta mumkunse hic bir yazinin ve dahi sohbetin konusu olmasa yeridir 😬

30.08.2017 Persembe:

Sabah ucagimiz 7:30'da dolayisiyla (Murat faktorunun de katkisiyla) 4:00'te uyanip havaalanina variyoruz. Ucagimiz rotarsiz, sorunsuz, arkamizda oturan (sevimsiz ve basiretsiz) kari-(kustah ve terbiyesiz) kocayi saymazsak, keyifli bir yolculukla Oslo havaalanina variyoruz. AB vatandasi olmayanlara ayrilan siralarda bekleyip, uzuuun suren sorguyla karisikpasaport islemlerinden gecip coktan gelmis bantta turlayarak bizi bekleyen minnak valizlerimizi aliyoruz. Her gece baska bir yerde kalacagiz, bu sebeple ve gidecegimiz yerlerin iklim kosullarina ragmen, her birimize itina ile birer cabin size hazirlamis bulunuyoruz. Cok "compact"izdir! Oslo havaalanin icinde tren bileti otomatlari ve bunlarin basinda son derece yardimci ve gayet iyi ingilizce konusan personelden detayli bilgi ve Oslo merkeze 2 bilet icin yardim aliyoruz. Adam basi 93 NOK vererek biletlerimizi aliyoruz. Biletler 2,5 saat gecerli yani sonrasinda sehir icinde otobus, metro icin de kullanilabiliyor. Bu devletin tren hatti, bir de ozel sektore ait bir hat var daha hizli (2 dakika!) ve daha pahali! Onu secmedik nedense! 😜 İsaretleri takip ederek istasyona iniyoruz ve trenimize biniyoruz. 1 durakla yolculuk 23 dakika suruyor. Ana istasyonda daha önce İnternet kanalıyla  ödeyip satın aldığımız Nutshell biletlerimizi de bastırıyoruz . Otelimiz Best Western City Plus, meshur Karl Johan Gate'i (gate cadde demekmis) kesen sokaklardan biri olan Kirkegata'da. İstasyondan bakina bakina yurumeyle 10 dakika mesafede! 11 civari vardigimizda reception gorevlisi odanin hazir olmadigini soyluyor haliyle. Eh n'apalim? Valizleri birakip cikip gezelim. On calismada gidilesi yerler listesinde Aker Brygge var. Liman yani! Nasil gitsek diye recepteki kiza soruyoruz, "yuruyun" diyor! 8 dakikaymis! Gayet yakin! Karl Johan tarikiyle dusuyoruz yola, hava hafiften isiriyor ve islatiyor! Limana vardigimizda kucuk bir sahada bagirislar, tezahuratlar duyuyoruz. "Homeless World Cup" futbol turnuvasi varmis! Limanda farkli pierlerde farkli boyutlarda gemiler/tekneler var. Aker Brygge'ye dogru yuruyoruz (brygge Norvecce dalgakiran demekmis) Acizzz! Amacimiz burda kendimizi somona ve muhtelif deniz mahsulune basmak. On arastirmalarda da rastlanan restaurant Louise kaderin bir cilvesi olarak karsimiza cikiyor. Aksam yemegi icin dusundugumuz bu nisbeten şık restorana, aclik, yagmur, yorgunlugun da ittirmesiyle hemen giriveriyoruz. Dis kisimda, yol ve deniz manzarali bir masaya kuruluyoruz. Gayet dozunda isitmalarla gayet hos bir ortam. Garson menuyu getiriyor, son derece kibar tavri ve guzel bir ingilizcesiyle birlikte. Onden birer kucuk balik corbasi, Murat'a komur izgarasinda somon ve bana da kovada midye istiyoruz. Yaninda patates kizartma ve alioli sos da var veee beyaz sarap bittabi 😉
Oldukca hizli ve oldukca free wifi marifeti ile bir takim sosyal medya ve ticaret isleri de halloluyor. Yediklerimizden ayri, servisten ayri memnun kaliyoruz. (Tespit#1 herkes cok nazik ve gayet iyi ingilizce konusuyor) Louise'den ayrilip Aker Brygge boyunca en uctaki Astrup Fearnley muzesine dogru yuruyoruz. Yagmur hafiften surmekte. Kiyida gayet hos bir mimariye sahip muzenin kafesinde birseyler icip biraz foto cekiyoruz ve muzenin arka paraleli olan yoldan tekrar iceri dogru yuruyoruz. Bu bolgeye Tjuvholme Exclusive Suits deniyor. Binalarin mimarisi ozellikle balkon tasarimlari hayli ilginc. Sehrin genel gorunusunu (mimari, tarih, yapilasma vs) bir Orta ya da Guney Avrupa sehrine gore biraz zayif buldugumu soylemeliyim. Eski sehir / old town / altstadt diye bir yer yok ornegin! Bazi "merkez" diyebilecegimiz yerler var. İstasyon, liman (Aker Brygge), Karl Johans Gate gibi. 
Neyse... Biraz yuruyunce limana, bizdeki sehir hatlari benzeri botlardan, dev cruise gemilerine kadar muhtelif su araclarinin gelip gittigi bolgeye geliyoruz. Acaba cok acilmadan komsu kiyilarda, adalarda bir demo yapmak mumkun mu? İlk gordugumuz iskelede gisedeki kiza soruyoruz. Yaklasik 1 saat surecek cevredeki adalara ugrayarak geri donen B1 hattini oneriyor. Otomattan kolayca bilet almak mumkun ama kac zone olduguna karar veremiyoruz ve yaklasan bir hanim teyzeye soruyoruz. Tek zonemus! Tanesi 33 NOK'tan biletlerimizi alip B1 hattina yoneliyoruz. Bizim bogazda yeni peydah olan, duduklu tencere, utu, caydanlik benzetmelerine maruz kalan sehir hatlari vapuruna benzer (zaten sistem de ayni, adalara ugrayip geri donmece) tekneye atliyoruz. Yagmur hala atistiriyor! Bir saat boyunca civar adalara ugrayaraktan, yolcu indirip bindirerekten gezdiriyor bizi ve bindigimiz iskelede iniyoruz. Artik otele gitsek... Yolda sagda solda bir-iki souvenirciye ugrayarak otele donuyoruz. Zaten biliyorduk ama yine de soylemeye gerek var; i-na-nıl-maz pahalı herşey! Ornegin 1 adet kutu cola markette 29 NOK (13 tl!) Neyse "hamamli- terlemeli" atasozumuzu hatirlayarak yola devam 😊Otele geliyoruz saat 16:00 olmus, odamiz hazirdir elbet! Hemen girise yakin, kucuk ama idare eder odamiza yerlesiyoruz. Yerlesmek de neyse! Ertesi sabah erkenden cikacagiz nasilsa, sadece temel ivir ziviri cikariyoruz. Biraz soluklanip onceki arastirmalarda gordugumuz Bryggeri (biraci) Crow Bar'i kesfetmek uzere cikiyoruz. Enerjide hafiiif bir azalma var haliyle. Ama gidecegimiz yer Torggata'da, yani otelden cikip, Karl Johans gate'i keserek katedralin onunden birazcik yuruyunce Torggata caddesine geliveriyoruz. Crowbar biraz asagida. Kapisindan bakip pek kayda deger olmadigi kanaatine variyoruz. Karnimiz da hala tok! Yol ustu bir 7elevendan meyve (burada cilek ve muhtelif kirmizi meyveler gayet yenilesi) ve muhtelif ivir zivir alip otele donuyoruz. 
Sabah trenimiz 6:25'de, eh sabah da Uskudar'da sabah olmadan kalkmisiz. Uyusak mi?

31.08.2027 Cuma

Sabah 4:45'de kalkiyoruz. Hava hala karanlik. Recep.ten onceki gun ismarladigimiz kahvalti doggy bag'lerimizi alip cikiyoruz yola. Sabahin o korunde yollar islak ve sessssiz! Tek gurultu bizim cabin-sizegillerin tekerlerinden yayilan yuksek tonlu "tar tar tar..." nameleri!  Yagmur olmamasina ragmen yollarin islakliginin gizemini istasyona varina anliyoruz. Adamlar sabahtan tazyikli suyla butun sehri yikayip pakliyorlar azizim 😳
O 1 saatlik farkin avantaji ve "hayli" erken yatmanin katkisiyla cok da fena durumda degiliz. Istasyona tren saatinden yaklasik 1 saat erken variyoruz! Neden acaba??? Otelden verdikleri kahvalti paketinden sandvicler cikiyor. Hic isim olmaz. (Bir kiosk zinciri oldugunu sonradan anladigimiz) Narvesen'den taze cikmis kruasan, kahve ve yulafli yogurt aliniyor. Yogurt Murat'a (kendisi gayet kararli, diete devam!) digerleri bana! Kruasan sahane ne yalan soyleyim 😋  
6:15 gibi platforma gidip Voss aktarmali trenimize biniyoruz. Basliyoruz daglari ovalari asarak yol almaya. Havada yagis yok kah gunesli, kah bulutlu. Yuzlerce tunelden gecerek ilerliyoruz. Çok akılsız şu Norveçliler bir duble yol ve birkaç viyadükle ulaşım sorunu  çözülecekken tünel üstüne tünel yapmışlar! Yemyesil doga ve genellikle yanibasimizda ya bir irmak ya bir gol hatta fyord. Tirmanislar Alplere yolculugumuz gibi yuksek degil elbette. Tren cesitli istasyonlarda duruyor, inenler, binenler... Bazen bisikletliler de binip iniyorlar. Daglarda envai cesit agaclar, ovalarda tek tuk sivri damli evler. Kim evini boylesi kus ucmaz kervan gecmez bir yere yapar??? Sehir insaninin aklinin almayacagi seyler bunlar! 12'ye dogru Myrdal istasyonuna variyoruz kalabalik bir Uzak Dogulu grup ve diger yolcularin buyuk bir bolumu burada iniyor. Bizim vagonda sadece biz kaliyoruz hatta. Kompartman gorevlisi bu istasyondan sonra bizi dipteki koltuga alip, diger tum koltuklarin yonunu degistirmeye basliyor. Bu arada tren hizli tren degil ama oldukca rahat, konforlu ve temiz. Biletlerde vagonlar, koltuklar belli! Duzen sonsuz! 13:00 civari Voss'a ulasiyoruz. Trenden inmeden gorevli Bergen tren yolunda calisma oldugunu, hafta ici gunlerde yola otobusle devam edildigini soyluyor. Bize otobuslerin kalktigi yeri de tarif ediyor. Zaten inince bir guruh oraya dogru segirtiyor ve Bergen'e gidecek otobusu bulmak hic de zor olmuyor. Otobusle de trenle olana benzer doga manzaralarindan fyortlardan, kopru ve tunellerden gecerek yaklasik 1 saat sonra Bergen'e variyoruz. Hemen bir taksiye atlayip merkeze ve balik pazarina (Fisketorget) cok yakin olan otelimize variyoruz. Yine ayni zincir Best Western Plus Hordaheimen'de kalacagiz.  Valizleri odaya atip cikiyoruz. Burasi bir fjort. U seklindeki girintinin birucundan Torget denen yere yani U'nun dip kismina yuruyoruz. Heryer yurume mesafesinde. 7 - 8 dakikada Fish Marketteyiz. Balik yenecek elbette. Once camekanla kapali balik pazarini geziyoruz, cesit cesit balik ve kabuklu deniz boculeri vitrinlerde. Denize yakin tarafta masalar da var. Az ilersinde de acik alanda tenteler altinda   balik tezgahlari var. Peynir, sarkuteri ve muhtelif berry'lerden satan sagli sollu daha kucuk tezgahlar da mevcut burada. Esas balik yenecek yerin burasi olduguna kanaat getirip (nedense!!!)  oraya yuruyoruz. Kapali yerdekiyle benzer manzara ama burasi daha otantik diye dusunup! Uzak Dogulu, İspanyol, İtalyan garsonlarin servis yaptigi yerde yemege karar veriyoruz. Yiyeceklerimizi onden secip seffaf naylonlarla cevrili masali bolume geciyoruz. Bir tabak somon, bir çöp eskalop, bir çöp dcampi dedikleri buyukce karides (jumbo degil ama) bir tabak da kucuk karides, bira ve su. Lezzet fena degil ancak tum "pazar" goruntusune ragmen bir onceki gun Oslo'da gayet şık Louise restorandakiyle ayni hesabi veriyoruz! Yaklasik 760 NOK!  Cok da memnun kalmayarak cikiyoruz. İlerdeki tezgahtan frabis alarak ilerliyoruz. Limanin karsi yakasina Bryggen deniyor. Burada sivri damli, renkli boyanmis yanyana evler var. Bunlar ..,,, sirasinda burada ticaret yapan Almanlar tarafindan inşaa edilmis evler ve depolar. Hemen hepsi ya muze, ya hediyelik esya dukkani ya da bryggery (biraci) olmus! German touch! 👍😉
Buraya yurumeden once az ilerdeki funikulerle tepeye cikip sehri tepeden gorme niyetindeyiz. Fløibanen denen funikulere return ticket alip hemen gelene biniyoruz. Her 15 dakikada bir var zaten ve yukari yaklasik 3 - 4 dakikada cikiyor. Tamami cam oldugu icin etrafi gorerek epey dik bir yamactan Fløyen denen tepeye variyoruz. Vagon ful, tepe de turist kayniyor. Yogunluk bilin bakalim hangi millet??? 😀🙈 tepeden sehrin goruntusu harika, ozellikle liman. Tabii bol foto cekiliyor ama oldukca serin ve fazla vakit gecirmeye de gerek yok. Donelim madem! Donus kuyrugunun baslarinda olmak hasebiyle on camin onundeki siraya kuruluyorum asagi inerken video cekme niyetiyle! Hizli cekim bir roller coaster tadinda olsun bari 😄🎢
Funikulerden inip gucten dusen telefonlari sarj etmek ve birer cay icmek uzere tam kosedeki Starbucks'a giriyoruz. Eski bir dostu bulmus gibiyiz 😊 Ve telefonlara bir can gelince cikip Bryggen tarafina yuruyoruz. Yanyana renk renk ahsap evlerin goruntusu cok sevimli. Muhtelif souvenirci icinden birinden Troll magnetleri aliyoruz (alinacak tek sey bizce!), muhtelif bar/biraci arasindan Una'yi begenip giriyoruz. Eh biralari denenmeli bir bugday birasi ve bir de IPA iciliyor sirayla (ki IPA gercekten guzel) yanci olarak da patates ve sogan halkalari super gidiyor! 
7 - 8 saatlik tren + otobus yolculugu uzerine Bergen'i kesfetme calismalari! Yorgunuz Leyla! O zaman hop otel, cup yatak! Sabah Nutshell'in esas turu 8:25'de trenle basliyor. Bu kez otelde 7:00'deki kahvaltiya yetisebilecegiz, yasasin!

2 Eylul Cumartesi
Sabah oteldeki kahvalti "idare eder" sinifinda! Yumurta, tek cesit peynir, biraz salam malam ve yogurt. Cay ve kahve de cabasi 😄 Istasyona gitmek icin taksi istiyoruz. Recep.teki genc "yurusenize, tas catlasin 15 dakika!" diyor! Biz? Ne munasebet! Atliyoruz taksimize pasalarrr gibi. Soforumuz de Turk cikiyor. Dogulu oldugu anlasilan abi 20 yil once gelmis. Simdi de TR'den Afrika'ya is yapiyormus ara ara gidip geliyormus. Bir yandan "buralar cok rahat, karisan gorusen yok" (ileri medeniyet) diyor, bir yandan da " Turkiye gibisi yok" diyor! Buyrun yaman celiskiye ey ahali! Soylemeye hacet uok, istasyona erken gelmisiz her nasilsa 😜 kenardaki kafelerden birine oturup trenin gelmesini bekliyoruz. Voss'a gidecegiz, yani dun otobusle geldigimiz yere. Haftasonu ya tren yolu acik! Tren geliyor, herkesle birlikte ayaklaniyoruz. Fakat o ne! Biz şok! Kafelerden cikistan trene dogru insanlar kuyruk olusturmus! Kendiliginden, tamamen dogal, tamamen organik ve tamamen otomatik 😳 Medeniyetin geldigi son nokta olabilir mi?!? (Tespit #2 heryerde internet ulasimi mevcut; kafeler, tren istasyonu, tren, sosyal ortamlarin hemen hepsinde ucretsiz internet. Bazi yerde sifre yok, sifre olan yerde de gorunur bir yerde yazili).
Trene biniyoruz, yerler numarasiz, buldugumuz koltuga oturuyoruz. İlk durak Voss'a yaklasik 1 saatte variyoruz. Oradan otobus terminaline gidip (ki dunden asina oldugumuz adres) orada bizi bekleyen otobuslerle Gudvagen'e gidecegiz. Nutshell yolculari icin organize edilen 5 Gudvagen otobusunden birine biniyoruz. Soforumuz kadin. Yine ormanlik ve %18 egimli hayli dik yamaclardan kivrila kivrila iniyor, Gudvagen'e variyoruz. Nutshell programina buradan teknekere binerek ve V seklinde bir fyordun icinde yol alarak devam edecegiz. Tum bu tren- otobus- tekne - kamyon/jip/bip sureci gayet iyi organize edilmis. Hersey tikir tikir ilerliyor. Gudvagen bir vadinin ortasinda, sessiz, huzur veren bir yer. Muthis bir dogal guzelligin icindeyiz. Hava da sansimiza oldukca gunesli. Tekneye biniyoruz. Tekne tasarimi da olaganustu! Iki yanda hafif rampalarla onde ve arkada kat kat yukselen guvertelere cikmak mumukun. Tabii on tarafa guverteye geciyoruz. Cok kalabalik degil, herkes istedigi yerden serbestce izleyebiliyor sahane manzarayi. Yemyesil bir vadinin icindeki kivrilarak devam eden suda ilerliyoruz. Teknede muhtelif milletten insan var. Bir de rehber esliginde gelmis bir Turk grubu var. Ayni ucakla Oslo'ya geldigimiz grup bu. Azimsanmayacak sayida Turk var aslinda gemide! Yaklasik 2,5 saat suren bu yolculugun cogu zamanini disarda kah arkada, kah on taraftaki guvertelerden birinde geciriyoruz. Arada birer sosis yemeyi de atlamiyoruz 😊 Buranin lokal birasi olan Sommer Ale tadiyorum, gayet iyi! 👍 Ve "V"yi tamamliyor Fläm'a yanasiyoruz. Burasi kucuk bir liman. Bizimki gibi teknelerin yanisira buyukce bir cruise gemisi de yanasmis. Burada gecirecek 3 saatimiz var. Sonrasinda meshur Fläm railway ile Myrdal istasyonuna gidecegiz. Oldukca sempatik bir yer. Yanastigimiz cephede bir otel, cevrede birkac hediyelik esya dukkani ve kafeler var. Biraz yuruyunce acik havada tenteler altinda yiyecek satan tezgahlar goruyoruz. Yine asiri abartili rakamlar (self servis, plastik kapta, banka oturup yemeli) balik corbasi 190 NOK (~85 TL)
Nedense hala sasiriyorum bu fiyatlari gorunce! Alisamadim gitti! Tamam zengin ulke de bu kadar da vur beline kazma olur mu? Oluyor, buyrun burda! 
Biraz hediyelik esya magazalarini geziyoruz, her yerde rastladigimiz troll magnet ya da biblolari, onlarin viking versiyonlari, Norvec usulu desenli kazak, corap, bere, kurklu sapka ve muhtelif giysi ve geyik postekileri (ozellikle kurkten ve yunden mamul olanlarin fiyatlari arş-ı âla mertebesinde!) Vagondan bozma self servis kafeden bir kahve almaya yelteniyorum, ucuncu denemede temiz bardagi bulup kahve doldurtuyorum. Acik havada gunesin altinda iciyoruz. Limanin biraz ilerisinde buyuk bir yesil alan var, bir kucuk de oyun parki. Parkta sallanan, kaydiraktan kayan cocuklar. Tabii Lila ve Yaman geliyor aklimiza (aslinda pek cikmiyorlar ya neyse!) Onlar bayilir cimenlerde gezmeye, yuvarlanmaya... 
Tum gezi boyunca bulundugumuz butun turistik mevkilerde asiri derecede Uzak Dogulu turist mevcut. Klasik fotograf cekme meraklarini fotograf makinasi dan telefona kaydirmislar! Herkes gibi tabii ama bunlar bir tik fazla! Yok aslinda en az 5 tik fazla! Cok dagurultucu ve kabalar! O Japon erkekleri tam hanzo. Geysalik muessesesi de cokmus azizim. Belki hizmet tarafi devam ama o tipler ne oyle allasen! Tip demisken, Norvec irki guzel tahmin edilecegi uzere. Ozellikle gencler gercekten guzel ve itiraf edeyim (Murat da uzulerek kabul etti) erkekler daha guzel! Viking soyu mudur nedir bilinmez ama "eline yuzune bakilir" cinsten kendileri 😄 Bebeklere gelince, cok bebek var, hepsi de birbirine benziyor (Yani bi nevi Uzak Dogulular gibi! Onlar da birbirinden ayirt edilemez ya!) Hepsi kavun kafali, nokta burunlu, boncuk gozlu ve bembeyaz ve cok tatli 😍 Bizim Yamiko gibi yani 💙
Fläm'a geri donersek, cayirli cimenli yerde biraz vakit gecirip istasyona yakin demiryolu muzesine gidiyoruz. Kucuk bir muze, Fläm demiryolu yapilirken kullanilan malzemeler, lokomotif filani gorup cikiyoruz. Trene binmeye az kalmis, klasik (medeniyet) kuyruk olusmaya baslamis. Eh biz de ucuna eklesiyoruz. Oyle bir atmosfer olusuyor ki kendiliginden kaynak ustasi Orta Dogulusu da, Uzak Dogulusu da saskin fakat uyumlu o duzgun kuyrugun bir parcasi oluyor, kimsenin onune gecmeye calismiyor! Medeniyet bulasici mi?
Bu kez bindigimiz tren eski moda, geleneksel bir tren. Myrdal'e yolculuk 1 saat surecek ve sadece 20 km gidecegiz! Biraz show kismi isin! Rotada oldukca dik yamaclar var. Egim 1/18 yukseklik 866 metre! Yola cikiyoruz tingir-mingir! Yerler numarasiz, acilan cami olan ve gidis yonunde bir koltuga kuruluyoruz. Daglarda tepeden inen selaleler. Bunlari teknede ve otobuste giderken de gormustuk. Ana burda gorduklerimiz daha cok ve daha gur! Ara ara anons yapiliyor sagimizda X gecidi, solumuzda Y selalesi, agac evler filan. Ve en buyuk selaleye (Kjosfossen selalesi) gelince tren duruyor. Bir seyir terasina bosaliyor vagonlar, herkes fotolar, selfieler filan derken, teknedeki Turk rehberin sesini duyuyoruz "Su kayalara bakin, dikkatli bakin!" Meger o grup da trendeymis! Neyse, konu o degil. O sirada bir muzik basliyor ve selalenin hemen yanindaki kayalara bakiyoruz dikkatle. Kirmizi fistanli sari sacli (peruklu) bir kiz dans etmeye basliyor, bir kac figur ve kayalarin arasinda kayboluyor, hop biraz otede yeniden peydahlanip yine dansa devam! Hop o da kayboluyor bir onceki yerden cikiyor. Boyle birkac batma-cikmadan sonra selaleye yakin olan sarisin bir asagi atlama efektiyle showu bitiriyor. Bu dans buradaki bir efsaneyi/soylenceyi temsil ediyor. Guzeller guzeli Huldra'nin hikayesi! Bir Norvec miti, erkekleri guzelligiyle bastan cikariyor, ormanin kuytularina cekiyor filan! Nasil? Ben begendim 😉 Bizim kirmizili uzun sari sacli kiz(lar) da Norvec bale okulu ogrencileriymis. Trene binip yola devam ediyoruz. Ve Myrdal'e variyoruz. Buradan da Oslo trenine binecegiz ve Nutshell tamamina erecek! Myrdal'defazla beklemiyoruz, trenimiz geliyor, biletimizde yazan numarali vagonumuzda, numarali koltuklara yerlesiyoruz. Yolculuk 4,5 - 5 saat surecek. Trenin restoran vagonuna geciyoruz. Hem birseyler yiyelim hem vakit gecsin. Ben sosisli ve bira istiyorum. Zira menu kitapciginda resmi gorunen somon tabaginin canlisi biraz farkli! Murat ise Ikea koftesi hayaliyle) kofte istiyor. Pek memnun kalmiyor. Olsun yolculuk gayet keyifli! Yerimize donuyoruz, biraz yazi biraz uyuklama, biraz sohbetle Oslo istasyonuna variyoruz. Saat 22:45. Ayni otelde kalacagiz. Artik istasyon da, otel yolu da avucumuzun ici gibi! Minnak valuzlerimizi suruyerekten vuruyoruz Karl Johans Gate'e. 10 dakikada oteldeyiz. Bu sefer odamiz en ust katta neyse ki biraz daha buyuk. Minik de bir mutfagi var. Burada otellerde genellikle bir kettle ve cay/kahve posetleri var. ikram! Birer cay iciyoruz. Ertesi sabah erken kalkma derdimiz yok. Kahvaltidan sonra Oslo'da gezilecek, gormedigimiz yerler gorulecek. Yorgunuz haliyle tumba!

3 Eylul Pazar
Sabah erkenden uyanip kostura kostura trene yetisme derdine dusmemek guzelmis. Kahvaltidan sonra check-out yapip, valizleri recep.e birakip biraz gezmek niyetindeyiz. Kahvalti bodrum katta, gayet basik ve sevimsiz bir mekan. Birseyler atistirip check-out yapiyoruz. Niyetimiz Vigelands heykel parkini gezip, bizim Cihangir benzeri GrunerLokka'ya gitmek. Ve bunu tramvayla yapmak. 12 nolu tramvay tam da bu rotada ilerliyor. Ana istasyondan gunluk bilet aliyoruz (90 NOK). Bir kucuk yon karmasasi yasandiktan sonra "sakalsiz" olan partinin dedigi yonde tramvay degistiriyor ve heykel parkinin tam onunde iniyoruz. Cok buyuk, cok yesil ve cok guzel ve dahi ciplak heykellerin bulundugu bir park burasi. Norvecli unlu heykeltras Gustav Vigaland'in eserleriymis. 214 adet granit ve bronz insan heykeli! Tamami ciplak. Cocukluktan yasliliga kadar yasamin cesitli evrelerini ve insana dair duygulari (mutluluk, ofke, huzun, nese gibi) anlatiyor her bir heykel. En yukarida da birbiri uzerine yigilmis 121 insan bedenini temsil eden, sutun seklinde buyuk bir heykel var. Heykellerden baska, agaclar, cicekler ve ozellikle guller de muazzam. Pazar olmasi sebebiyle mi bilinmez, oldukca kalabalik. (Gerci 7/24 saat acik ve ucretsiz!) Sagim-solum, onum-arkam cekik gozluler! Populasyonun en az %80'i! Sigara icip havayi bozan, heykellere sarilip resim cektiren, heykelin onunde uzun sure lak-lak edip yolu kapatan, yuksek sesle konusan, gulen cekirge surusu! Neyse, sinirlenmeyelim, burasi cok guzel. Hava da ortam da harika! Iyi ki gelmisiz. Parki gezip, gerekli fotolari da cektikten sonra yine 12 nolu bu kez ters yone giden tramvaya binip GrunerLokka nam yere gidiyoruz. Sokakta rengarenk boyanmis graffitili duvarlar, kucuk tasarim magazalari, kafeler, barlar var. Bir cafe zinciri olan Espresso Bar'a giriyoruz (kendisi Danimarka'da da mevcut). Birer kahve iciyor, muffin didikliyoruz. Sempatik bir yer.  Cikip rampadan asagi yuruyoruz. Tripadvisor marifetiyle bulunmus VulkanFisk'te balik yiyecegiz. Biraz yuruyup kucuk bir nehiri gecip saga donuyoruz. Eskiden depo olan ya da depo susu verilmis bir dans merkezi cikiyor karsimiza. Sonra cafeler, bistrolar yanyana. Ve Vulkan diye bir pasaj. Icinde cesitli yiyecek satan, kiminin restorani da olan yerler. Italyan gidalari, peynirci, sarkuteri, steakci ve bizim VulkanFisk de orda. Hem icerde hem disarda masalar var. Disardaki masalardan birine oturuyoruz. Somon yemek niyetindeyim ama balik olarak sadece "gunun" baligi varmis! Onun da ne oldugunu bilmeyen yari-ebleh garson oglan bi kosu sefe sorup geliyor. Tariften anlasildigi kadariyla dil baligi, yaninda patates ve bezelye puesi. Murat buna fit, ben degil! Ben bir balik corbasi istiyorum, bir de ortaya tereyaginda sarimsakli, acili karides! Benim corba cok guzel, dil baligi kendinden beklenen kadarini veriyor. Karides de guzel. Hesap da artik alismaya basladigimiz mertebede! Yemekten sonra cikiyoruz bakina bakina, tramvay duragina gidip ilk tramvayla otele donuyoruz. (Tespit#3 Neredeyse hic sigara icilmiyor buralarda. Elektronik sigara bile!) Saat 16:30'da limandan kalkip bizi Kopenhag'a goturmek uzere bekleyen bir feribotumuz var. Bir taksiyle DFDS (Oslo - Kopenhag arasi gidip gelen ferry hatti) iskelesine geliyoruz. Biletimiz Istanbul'dayken alinmis, referans numarasini alip oda giris kartlarimizi basiyor gisedeki kiz gulumseyerek ve iyi yolculuklar dileyerek. Norvec'te herkes, gisedeki memurdan, trendeki konduktore, restorandaki garsondan sokaktaki insana, herkes son derece guler yuzlu ve yardimsever. Eldeki "pass"larla gemiye hemen giriyoruz. Bu vesileyle de Danimarka topraklarina girmis oluyoruz. Hemen kamaramizi bulup yerlesiyoruz.  5. katta, deniz manzarali normal yatakli bir kamara. (Deniz manzarali olmayan ve ranzali secenekler de vardi. Ve tabii ki daha buyuk delux secenekler de. Biz bileti alirken bu tur bir kamara sectik. Gayet de memnun kaldik.) Valizleri kamaraya atip hemen kesfe cikiyoruz. Feribot 11 katli kocaman bir gemi. Cesitli temali, restoranlari, barlari, kafeler, kumarhane, butik, spa alani ne ararsan var icerde. Soylemeye gerek yok etrafta 72 milletten insan, ama ille de Uzak Dogulular bas rolde! Once aksam yemegi icin 7Seas restorana rezervasyon yaptiriyoruz. Rezervasyon saat dilimlerine gore 18:15'ten 20:15'e kadar secenekli. Biz 20:00'ye rez. yapiyoruz cekirge surusu biraz olsun hafifler diye. Sonra da arka guverteye kurulup kalkisi bekliyoruz. Gayet dakik kalkiyor feribot ve yavas yavas fyortun icinde ilerlemeye, Oslo limanindan uzaklasmaya basliyor. Oslo'nun cevresi (ya da fyordun ici demek daha dogru) adalarla dolu. Ve hemen hepsinde yerlesim var. Kimi adada tek tuk evler, kimisinde daha mahallevari yerlesimler.  Bize eslik eden sahil koruma botlari, seyir halinde irili ufakli tekneler, yelkenliler ve muthis bir doga! Ortam muhtesem! On guverteye geciyoruz, sagli sollu kiyiyi izleyerek keyifle suruyor seyir. Bir ara guverteye bakiyorum biz ve Avrupali oldugu anlasilan tek cocuklu bir cekirdek aileden baska herkes cekik gozlu (taktim walla 😂😂)! Gunesin etkisi azalip ruzgarin etkisi artinca ceketler, ruzgarliklar, kapsonlar, sapkalar ve hatta sapka uzerine sarilan sallar (bu hali pek begenip sosyal medyada paylasmalar! 😉) filan devreye giriyor. Fyorttaki en dar noktayi da gectigimizi gozumuzle gorup(!) iceri giriyoruz. Butik acilmis biraz dolasiyoruz. Icerde kucuk bir freeshop da var. Ama alinasi pek birsye yok, cikiyoruz. Bu arada programa bakiyoruz, aksam barlardan birinde cilgin eglenceye davet ediyor Kaptan. Eh gideriz elimize mi yapisir! Ne yazik ki kumarhaneye gidemeyiz, dress code Noble!!! imis! Hay allah, ne uzulduk! Saat 20:00 oluyor ve 7Seas restorana giidyoruz. Giristeki hostes yerimizi gosteriyor. On tarafta, cam kenarinda, dolunaya karsi gayet guzel bir masa. Biz otururken yan masadan temiz catal-bicak asiran cekik gozluyu azarliyor hostes kiz. Fakat adam piskin anlamazdan geliyor, bu kez daha keskin geliyor talimat! "Temiz catallar servis alanindan aliniyor dedik!" Adam aldiklarini birakip servis alanina yoneliyor artik caresiz! Yemek fena degil. Acik bufe muhtelif deniz mahsulu, salata ve sarkuteri, ana yemek olarak et, tavuk, sebze de var. Sarap ve cola da eslik ediyor gidalara. Peynir cesitleriyle de kapanisi yapiyoruz. Karnimiz ziyadesiyle doydu, bari gidip kaptanin cilgin eglencesine katilalim. Programda yazan bara gidiyoruz. Sahnede sarki soyleyen, parlak kostumler giymis 2 kadin 2 erkekten olusan bir grup! Musamere tadinda, oturup devamini izlemeye degmez. Ne yapiyoruz? Cikiyoruz! Biraz daha dolanip tumba! 
4 Eylul Pazartesi
Sabah 7:30 civari uyaniyoruz. Danimarka sularina girmisiz. Daha dogrusu Danimarka ile Isvec arasindan Kopenhag limanina dogru ilerliyoruz. Gece yemek yedigimiz salonda kahvaltiya gidiyoruz. Kahvalti  acik bufe, cekirgeler dort bir yanda! Bir masa bulup oturuyoruz. Kahvalti Best Western Oslo'dan hallice. Geminin bir yakasinda Isvec, bir yakasinda Danimarka manzarasi! Servis yapan gorevli cep telefonlarina gomulenleri uyariyor, "facebook'a herzaman bakarsiniz. Manzarayi kacirmayin. Tekrari yok!" Adam hakli! Kahvalti sonrasi odaya donup son kalan ivor ziviri da valizlere tikiyoruz. Saat 9:30'a geliyor ve komsular ufak ufak bavullariyla odalarda ayriliyor. Eh biz de cikalim madem! Cikisin yapilacagi alana geliyoruz, yavas yavas burasi iyice dolmaya basliyor ve gemi yanasiyor!
Daha onceden de sozlestigimiz uzere, Danimarkali is arkadasim (simdi ailece de gorustugumuz) Jesper bizi sabah Kopenhag limaninda karsilayacak. Bir sehir turu ve geleneksel Dan sofrasinda ogle yemegi sozu var! Cikista bizi bekler buluyoruz. Once bir liman turu, sonrasinda limanin cevredeki adalarin mimarisi, tarihcesi, simdiki kullanimi gibi konularda bilgi aliyoruz kendisinden! Danimarka gecmiste son derece saldirgan bir ulke! (Viking kani da var tabii!) O yuzden de ordu ve ozellikle donanma cok onemli. Tum sistem nerdeyse donanma alt yapisindan ortaya cikmis. Norvec ile siki yonetsel baglari var. Bir onceki kralin amcasi Norveclilerin istegi uzerine Norvec krali olmus. Kiyidaki parkta geziyoruz, donanma, Kraliyet yati, kiyilar arasi gezinti ve toplu ulasim tekneleri, Arhus'a giden deniz ucagi, Opera binasini goruyoruz. Meshur "deniz kizi" heykelini ihmal etmiyoruz. Cok meshur bu heykel ama oldukca kucuk bir sey! Boyutunu gorunce hayal kirikligi oluyormus insanlarda! Bizi pek etkilemedi ne olumlu, ne olumsuz! (Aslinda kiyida yuzen kugular daha ilginc) Gorduk mu gorduk! Foto da cekindik! Daha ne! Park boyunca yuruyup bir onceki kralin heykelini goruyoruz, (bol dovmeliymis bu Kral Frederic ve biraz ickici!!) Anglikan kilisesini geciyoruz, yaninda sevimli bir golet. Uzerindeki bir iskeleden gecip askeri birligin bulundugu bir alana giriyoruz elimizi kolumuuz sallaya sallaya. Koyu sariya boyanmis yanyana bitisik iki katli binalar askeri ofislermis. Hala askeri alan fakat ayni zamanda turistik bir yer! Tepede devriye gezen silahli bir asker, yanindan jogging yapan bir kiz geciyor! Bu aliskin olmadigimiz goruntulerden sadece biri! Kralicenin sarayinda nobet tutan muhafizlar da burada kaliyor. Kilisenin ve birligin acildigi parkin adi Churchill Park, savas sirasinda Ingilizlerdn aldiklari yardimin anisina bu parki Churchill olarak adlandirip bir de bustunu dikmisler. Parkta hala siginaklar var. Cografi olarak Kopenhag Amsterdam'a cok benziyor; cok sayida kanallar var. Kanallarda muhtelif gezinti teknelerinden baska ev olarak kullanilan tekneler de var. Bunlarin kirasi ya da satin alma degeri oldukca yuksekmis. Guvertesinde cicekler, pencerelerinde perdeler ve dekoratif susler bulunan sevimli yasam alanlari oldukca populermis. Burdan ayrilip nobet devir teslimini gormek uzere Kraliyet sarayina gidiyoruz. Arabayi park edip Kraliceye, Veliaht Prense, devlet islerine (bir nev'i Divan) ait saraylarla cevrili bir meydan. Oraya da el kol sallanarak girilebiliyor. Her binanin onunde muhafizlar, cevrede silahli polisler ancak baska bir onlem yok. Alan epey kalabalik (Toplulugun cogunlugu hangi millet? Bildiniz!) gorevi devralacak muhafiz grubu uygun adim alana giris yapiyor bir toren esliginde once kralicenin residansindan baslayarak degisiyorlar. Herkes yigilip foto video cekmeye calisiyor. Devriye gezen polis yankesicilere karsi kibarca uyariyor. Bir heyecan video mideo cekmeye calisiyorum ama bakiyorum ki bu kadar debelenmeyi gerektirecek bir durum yok. Bizim Dolmabahce muhafizlari ornegin (hem fiziksel, hem torensel olarak) cok daha izlenesiydi. Neyse, ayriliyoruz. Hemen yakinlarda Christiania denen yere geliyoruz. Burasi 70'lerin basinda marjinal gencler, sanatcilar ve hippilerin gelip yerlestigi, kendi kurallari ve kendi yonetimi olan sehrin gobeginde ozgurlugunu ilan etmis bir yasam alani. Bir utopya! Cikista "Su anda AB topraklarina giriyorsunuz!" tabelasi var!!! Su kenarinda, 35 hektarlik yesil bir alanda rengarenk evler, kulubeler, studyolar, atolyeler ve hediyelik esya (ve ot!!!) satan tezgahlar var. zamaninda polis bu insanlari burdan atmaya kalkismis ama halkin baskisi ile geri adim atmislar. Simdi kimse ilsmiyor! Bir anlamda ozerk bolge, vergi de vermiyorlar! Ot serbest, zaten havadaki kokudan da cok belli (bu anlamda da Amsterdam'i cagristirdi). Bir de kendi adlariyla tasarladiklari sepetli bisikletleri var ki iyi satiyormus. Hemen fotograf video cekmelere baslaniyor tabii! Fakat bir ara biri Murat'i durdurup kibarca foto cekmemesini istemis, hatta cekilen fotolari telefondna silmis! Bu durumda fazla israrci olmayalim, cekilmis fotolardan da olmayalim! Caktirmadan bir iki poz daha yeter! Bu ilginc ve cilgin atmosferden cikip yemege gitme vaktidir. Jesper bizi soz verdigi geleneksel Danimarka yemekleri yiyecegimiz bir aile isletmesi Tigoli Hallen'de Frokost restorana goturuyor. Bir iki basamakla inilen yari bodrum kati, cok sevimli bir yer. Onden herring baliginin muhtelif cesitlerinden deniyoruz, masaya ekmekle beraber teeyag ve ordek yagi (duck fat) de geliyor. Geleneksek olarak ekmege ordekmyagi surulur, uzerine de balik konup yenirmis. Eh biz de oyle yedik elbette. Ana yemek olarak Murat Dan usulu kofte, bense "open face sandwich" dedikleri o meshur cok tahilli ekmek ustune muhtelif et, tartar, balik, pate vs ile hazirladiklari acik sandwich cesitlerinden roastbeefli olanini ismarliyorum. Ikimiz de cok begeniyoruz yediklerimizi. Uzerine kahve ve minik cookie atistirmaliklar. Jesper'a tur ve yemek icin tesekkurlerimizi sunuyoruz, (sagolsun) bizi otelimize de birakip evine donuyor. Booking.com'dan buldugumuz ve sehre yakin oldugu icin digerlerinin uzerindeki fiyatini sineye cektigimiz otel muazzam bir yer cikiyor. Bir spa ve tasarim oteliymis megerse! Giris deri koltuklar, uzerlerinde postekiler, yastiklar. Asansore giris  sanayi buzdolabi kapisindan! Harika bir havuzu var! Odamiz ise minik bir suit, muthis bir tasarimi var, giriste kucuk mutfak (harika bit kettle), oturma alani deri koltuk, kocaman duz ekran tv, yatak kismi bir duvarla ayriliyor, dort kosesinde sutunlar ve perdeler. Banyo da super, armaturlerin, havlu askilarinin tasarimi harika. Hersey hersey cok guzel gorunuyor. Aksamustu Murat'in kuzininin kizi Burcu ile bulusacagiz. Mesajlasiyoruz, 16:30'da Nyhavn'da bulusmak uzere sozlesiyoruz. Nyhavn eski sehir bolgesinde ortasinda bir kanal ve iki yaninda rengarenk binalarin, restoran ve barlarin (eski caglardan beri!) bulundugu, kanaldan eski yeni teknelerin demirledigi tablo gorunumunde bir yer. Arka tarafinda alis veris caddeleri, cafe ve restoranlar mevcut. Recepteki cocuktan bilgi alip biraz ilerdeki kopruyu gecerek Forum metro duragina yuruyoruz. 10 dakika bile surmuyor. Bu istayondan ayni yone havaalani hatti da geciyor. Bu durumda yarin havaalanina metro ile gidilecek. Murta bavul cekilir mi bunca mesafe diye itiraz edecek oluyor ve geri puskurtuluyor. Bavul dedigi cabin size minnaklar! 2 durak sonra Nyhavn'dayiz. Burcu ile bulusuyoruz. Bizi ofisine de goturuyor. Harika dekore edilmis eski bir bina Best Seller head ofice! Kendi odasi en ustte ve asansor yok. Murat gafil avlanarak en ust kata kadar tirmnaiyor. Kendi de sasiyor! 😄 Sirketin yonetimini, calisma saatlerini, fazla mesaiye tepkilerini, iisn yani sira sosyal hayata, sagliga da verdikleri onemi dinleyip buranin bambaska bir dunya olduguna bir kez daha kanaat getiriyoruz. Eh dile kolay burasi duntanin en mutlu insanlarinin yasadigi ulke! Fazla mutluluktan intihar eden insanlar! "O ha!" diyesim var! Dedim hatta😄 Burcu bizi Madklubben adinda bir restorana goturuyor. Burasi bir zincir aslinda. Kurucusu burayi cazip hale getirip satmis ve gayet yaratici bu sahsiyet farkli konsepte sahip restoranlar acip satiyormus. Yemekler set halinde, baslangic + ana yemek (ve side dish'ler) + tatli seklinde sabit fiyatla (300 DKK) sunuluyor. Her ogun icin oldukca zengin et, balik (istakoz dahil) ve vegetarian secenekler var. Gayet de lezzetli. Burcu ile cok keyifli bir sohbet esliginde gayet guzel bir yemek yiyoruz. Burcu ertesi gun erkenden bir toplantiya sehir disina gidecegi icin cok da sallanmiyoruz. O evine biz de metro ile geldigimiz yoldan otelimize gidiyoruz. 

5 Eylul Sali

Son gunumuz! Donus ucagi saat 18:40'da! Yani sehirde vakit gecirecek hatri sayilir bir zaman var! Sabah kahvaltiyi otelde yapmaktan imtina ediyoruz zira, odadaki cay ve kahveler gayet organik ve bitkisel ve dahi cevresel! oldugu icin siyah cay ve kafeinli kahve olmama ihtimalini goze alarak disarda kahvaltiya karar veriyoruz. Metroyla onceki aksam gittigimiz Nyhavn'a gidecegiz. Otelin diisna cikip metroya yollandigimizda orta siddette (hatta siddetli) bir sok yasiyoruz. Caddede onlarca, yuzlerce bisikletli! Hurraaaa onumuzden geciyorlar, sank bisiklet yarisi! Her yas grubundan kizli erkekli, coluklu cocuklu, kopekli, yani-onu-arkasi sepetli hic gormedigimiz kadra cok bisikletli! Yolun ic kenari bisikletlilere ayrilmis durumda. Trafik isiklarinda bekliyorlar, yesil yandi mi haydaaa akin akin pedal pedal! Biz resmen sok! Koyden indim sehire! Bir de bisiklet yoluna girerseniz gayte acimasiz oluyorlarmis! Aman diyim! Yaya yolundan cikmayarak metroya yuruyoruz. Nyhavn'a gelip kahvalti edecegimiz bir yer aramaya basliyoruz. Limanda manzara enfes! Oyle bizdeki ya da Amerika'daki gibi cok kolay degil kahvaltici bulmak. Ara sokaklarda geziniyoruz, restoranlarin pek cogu hazirliklara baslamis ama kahvalti yok! Neyse... Norvec'te de sikca gordugumuz taze meyve suyu ve cafe zinciri Joe and the Juice'tan baska secenek yok gibi. Giriyoruz omlet ve meyve suyu, sonrasinda da kahve... Buraya kadar gelmisken bir Danish yeme cabasindayiz bir yandan da (yani ben!) Yok mu soyle oz hakiki Danish yapan bir firin??? Internetten bakiliyor 3 isimden ikinciisnin adresi yakin gorunuyor. Oraya segirtiyoruz tazecik citir citir Danish hayaliyle ve fakat tezgahta gordugumuz cesitler pek de cazip degil! Sanki cok taze degiller, biraz kuur, biraz ezik... Olsun goruntuye aldanmamali, gelmisken denemeli! Ama goruntu ve tad gayet paralel. Pismanlik, hayal kirikligi, luzumsuz kalori yuklemesi, hepsi ️ Bitirmeden cikiyoruz. Alisveris merkezine dogru gidiyoruz, biraz dolasiyoruz, bir iki dukkana girip cikma, Murat'in telefon trafigi, oglen oluyor. Hemen meydandaki TGI' yi gozume kestirmisim! Donerayak biraz pislik (hamburger+patates+bira) fena olmaz. Yemek sonrasi artik otele gidip valizleri almali, metro marifetiyle havaalanina avdet etmeli... 


Hiç yorum yok: