Bayramda
Nordic takilanlar, dana yerine somona girerler 😄
Bayramlari
coluk-cocuk kutlamak en guzeli, ama cocuk kismisi bayramda baska yerlere
dagilinca biz de kendimize program yapalim diyoruz. Ne zamandir hayalini
kurdugumuz İskandinavya'ya gitme fikri Murat'tan geliyor. Zaten ne zamandir
vire Oslo - Bergen tren yolculugunun "tam zamanli" videolarini
seyretmesinden anlamaliydik! Gidis ve gelis gunu en yogun gunlerin bir sonrasi
secilerek plan yapiliyor. İsvec'i bu kez atlayarak Norvec ve Danimarka'ya
yogunlasiyoruz. Zaten Bergen yolculugundan, fiyortlardan uzun suredir bir
elektrik almisligimiz da var! 😉Bu konudaki en compact, en hap program
Norway in "nutshell". Gunubirlik olani da var ama biz round-trip
seciyoruz. Oslo'dan baslayarak Bergen'e trenle varis, o gece Bergen'de kalis ve
ertesi gun sabahtan baslayarak tren - otobus - tekne marifetiyle daglari,
selaleleri gorerek veee fiyortlarda gezerek Oslo'ya geri donus. (Bunun tersi de
mumkun). Sonrasinda da Oslo'dan gece yatili feribotla Kopenhag'a gecis, bir
gece de orda kalarak vatana avdet! Bu hedefe uygun muhtelif biletlerimizi, otel
rezervasyonlarimizi yapiyoruz. En sevdigimiz Booking.com ile
bir rezervasyon kazasi da yasiyoruz, ama o bu yazinin konusu degil. Hatta
mumkunse hic bir yazinin ve dahi sohbetin konusu olmasa yeridir 😬
30.08.2017
Persembe:
Sabah
ucagimiz 7:30'da dolayisiyla (Murat faktorunun de katkisiyla) 4:00'te uyanip
havaalanina variyoruz. Ucagimiz rotarsiz, sorunsuz, arkamizda oturan (sevimsiz
ve basiretsiz) kari-(kustah ve terbiyesiz) kocayi saymazsak, keyifli bir
yolculukla Oslo havaalanina variyoruz. AB vatandasi olmayanlara ayrilan
siralarda bekleyip, uzuuun suren sorguyla karisikpasaport islemlerinden gecip
coktan gelmis bantta turlayarak bizi bekleyen minnak valizlerimizi aliyoruz.
Her gece baska bir yerde kalacagiz, bu sebeple ve gidecegimiz yerlerin iklim
kosullarina ragmen, her birimize itina ile birer cabin size hazirlamis
bulunuyoruz. Cok "compact"izdir! Oslo havaalanin icinde tren bileti
otomatlari ve bunlarin basinda son derece yardimci ve gayet iyi ingilizce
konusan personelden detayli bilgi ve Oslo merkeze 2 bilet icin yardim aliyoruz.
Adam basi 93 NOK vererek biletlerimizi aliyoruz. Biletler 2,5 saat gecerli yani
sonrasinda sehir icinde otobus, metro icin de kullanilabiliyor. Bu devletin
tren hatti, bir de ozel sektore ait bir hat var daha hizli (2 dakika!) ve daha
pahali! Onu secmedik nedense! 😜 İsaretleri takip ederek istasyona
iniyoruz ve trenimize biniyoruz. 1 durakla yolculuk 23 dakika suruyor. Ana
istasyonda daha önce İnternet kanalıyla ödeyip satın aldığımız Nutshell biletlerimizi de
bastırıyoruz . Otelimiz Best Western City Plus, meshur Karl Johan Gate'i (gate
cadde demekmis) kesen sokaklardan biri olan Kirkegata'da. İstasyondan bakina
bakina yurumeyle 10 dakika mesafede! 11 civari vardigimizda reception gorevlisi
odanin hazir olmadigini soyluyor haliyle. Eh n'apalim? Valizleri birakip cikip
gezelim. On calismada gidilesi yerler listesinde Aker Brygge var. Liman yani!
Nasil gitsek diye recepteki kiza soruyoruz, "yuruyun" diyor! 8
dakikaymis! Gayet yakin! Karl Johan tarikiyle dusuyoruz yola, hava hafiften
isiriyor ve islatiyor! Limana vardigimizda kucuk bir sahada bagirislar,
tezahuratlar duyuyoruz. "Homeless World Cup" futbol turnuvasi varmis!
Limanda farkli pierlerde farkli boyutlarda gemiler/tekneler var. Aker Brygge'ye
dogru yuruyoruz (brygge Norvecce dalgakiran demekmis) Acizzz! Amacimiz burda
kendimizi somona ve muhtelif deniz mahsulune basmak. On arastirmalarda da
rastlanan restaurant Louise kaderin bir cilvesi olarak karsimiza cikiyor. Aksam
yemegi icin dusundugumuz bu nisbeten şık restorana, aclik, yagmur, yorgunlugun
da ittirmesiyle hemen giriveriyoruz. Dis kisimda, yol ve deniz manzarali bir
masaya kuruluyoruz. Gayet dozunda isitmalarla gayet hos bir ortam. Garson
menuyu getiriyor, son derece kibar tavri ve guzel bir ingilizcesiyle birlikte.
Onden birer kucuk balik corbasi, Murat'a komur izgarasinda somon ve bana da
kovada midye istiyoruz. Yaninda patates kizartma ve alioli sos da var veee
beyaz sarap bittabi 😉
Oldukca
hizli ve oldukca free wifi marifeti ile bir takim sosyal medya ve ticaret
isleri de halloluyor. Yediklerimizden ayri, servisten ayri memnun kaliyoruz.
(Tespit#1 herkes cok nazik ve gayet iyi ingilizce konusuyor) Louise'den ayrilip
Aker Brygge boyunca en uctaki Astrup Fearnley muzesine dogru yuruyoruz. Yagmur
hafiften surmekte. Kiyida gayet hos bir mimariye sahip muzenin kafesinde
birseyler icip biraz foto cekiyoruz ve muzenin arka paraleli olan yoldan tekrar
iceri dogru yuruyoruz. Bu bolgeye Tjuvholme Exclusive Suits deniyor. Binalarin
mimarisi ozellikle balkon tasarimlari hayli ilginc. Sehrin genel gorunusunu
(mimari, tarih, yapilasma vs) bir Orta ya da Guney Avrupa sehrine gore biraz
zayif buldugumu soylemeliyim. Eski sehir / old town / altstadt diye bir yer yok
ornegin! Bazi "merkez" diyebilecegimiz yerler var. İstasyon, liman
(Aker Brygge), Karl Johans Gate gibi.
Neyse...
Biraz yuruyunce limana, bizdeki sehir hatlari benzeri botlardan, dev cruise
gemilerine kadar muhtelif su araclarinin gelip gittigi bolgeye geliyoruz. Acaba
cok acilmadan komsu kiyilarda, adalarda bir demo yapmak mumkun mu? İlk
gordugumuz iskelede gisedeki kiza soruyoruz. Yaklasik 1 saat surecek cevredeki
adalara ugrayarak geri donen B1 hattini oneriyor. Otomattan kolayca bilet almak
mumkun ama kac zone olduguna karar veremiyoruz ve yaklasan bir hanim teyzeye
soruyoruz. Tek zonemus! Tanesi 33 NOK'tan biletlerimizi alip B1 hattina
yoneliyoruz. Bizim bogazda yeni peydah olan, duduklu tencere, utu, caydanlik
benzetmelerine maruz kalan sehir hatlari vapuruna benzer (zaten sistem de ayni,
adalara ugrayip geri donmece) tekneye atliyoruz. Yagmur hala atistiriyor! Bir
saat boyunca civar adalara ugrayaraktan, yolcu indirip bindirerekten gezdiriyor
bizi ve bindigimiz iskelede iniyoruz. Artik otele gitsek... Yolda sagda solda
bir-iki souvenirciye ugrayarak otele donuyoruz. Zaten biliyorduk ama yine de
soylemeye gerek var; i-na-nıl-maz pahalı herşey! Ornegin 1 adet kutu cola
markette 29 NOK (13 tl!) Neyse "hamamli- terlemeli" atasozumuzu
hatirlayarak yola devam 😊Otele geliyoruz saat 16:00 olmus, odamiz
hazirdir elbet! Hemen girise yakin, kucuk ama idare eder odamiza yerlesiyoruz.
Yerlesmek de neyse! Ertesi sabah erkenden cikacagiz nasilsa, sadece temel ivir
ziviri cikariyoruz. Biraz soluklanip onceki arastirmalarda gordugumuz Bryggeri
(biraci) Crow Bar'i kesfetmek uzere cikiyoruz. Enerjide hafiiif bir azalma var
haliyle. Ama gidecegimiz yer Torggata'da, yani otelden cikip, Karl Johans
gate'i keserek katedralin onunden birazcik yuruyunce Torggata caddesine
geliveriyoruz. Crowbar biraz asagida. Kapisindan bakip pek kayda deger olmadigi
kanaatine variyoruz. Karnimiz da hala tok! Yol ustu bir 7elevendan meyve
(burada cilek ve muhtelif kirmizi meyveler gayet yenilesi) ve muhtelif ivir
zivir alip otele donuyoruz.
Sabah trenimiz
6:25'de, eh sabah da Uskudar'da sabah olmadan kalkmisiz. Uyusak mi?
31.08.2027
Cuma
Sabah
4:45'de kalkiyoruz. Hava hala karanlik. Recep.ten onceki gun ismarladigimiz
kahvalti doggy bag'lerimizi alip cikiyoruz yola. Sabahin o korunde yollar islak
ve sessssiz! Tek gurultu bizim cabin-sizegillerin tekerlerinden yayilan yuksek
tonlu "tar tar tar..." nameleri! Yagmur olmamasina ragmen yollarin islakliginin
gizemini istasyona varina anliyoruz. Adamlar sabahtan tazyikli suyla butun
sehri yikayip pakliyorlar azizim 😳
O 1 saatlik
farkin avantaji ve "hayli" erken yatmanin katkisiyla cok da fena
durumda degiliz. Istasyona tren saatinden yaklasik 1 saat erken variyoruz!
Neden acaba??? Otelden verdikleri kahvalti paketinden sandvicler cikiyor. Hic
isim olmaz. (Bir kiosk zinciri oldugunu sonradan anladigimiz) Narvesen'den taze
cikmis kruasan, kahve ve yulafli yogurt aliniyor. Yogurt Murat'a (kendisi gayet
kararli, diete devam!) digerleri bana! Kruasan sahane ne yalan soyleyim 😋
6:15 gibi
platforma gidip Voss aktarmali trenimize biniyoruz. Basliyoruz daglari ovalari
asarak yol almaya. Havada yagis yok kah gunesli, kah bulutlu. Yuzlerce tunelden
gecerek ilerliyoruz. Çok akılsız şu Norveçliler bir duble yol ve birkaç
viyadükle ulaşım sorunu çözülecekken tünel üstüne tünel yapmışlar!
Yemyesil doga ve genellikle yanibasimizda ya bir irmak ya bir gol hatta fyord.
Tirmanislar Alplere yolculugumuz gibi yuksek degil elbette. Tren cesitli
istasyonlarda duruyor, inenler, binenler... Bazen bisikletliler de binip iniyorlar.
Daglarda envai cesit agaclar, ovalarda tek tuk sivri damli evler. Kim evini
boylesi kus ucmaz kervan gecmez bir yere yapar??? Sehir insaninin aklinin
almayacagi seyler bunlar! 12'ye dogru Myrdal istasyonuna variyoruz kalabalik
bir Uzak Dogulu grup ve diger yolcularin buyuk bir bolumu burada iniyor. Bizim
vagonda sadece biz kaliyoruz hatta. Kompartman gorevlisi bu istasyondan sonra
bizi dipteki koltuga alip, diger tum koltuklarin yonunu degistirmeye basliyor.
Bu arada tren hizli tren degil ama oldukca rahat, konforlu ve temiz. Biletlerde
vagonlar, koltuklar belli! Duzen sonsuz! 13:00 civari Voss'a ulasiyoruz.
Trenden inmeden gorevli Bergen tren yolunda calisma oldugunu, hafta ici
gunlerde yola otobusle devam edildigini soyluyor. Bize otobuslerin kalktigi
yeri de tarif ediyor. Zaten inince bir guruh oraya dogru segirtiyor ve Bergen'e
gidecek otobusu bulmak hic de zor olmuyor. Otobusle de trenle olana benzer doga
manzaralarindan fyortlardan, kopru ve tunellerden gecerek yaklasik 1 saat sonra
Bergen'e variyoruz. Hemen bir taksiye atlayip merkeze ve balik pazarina
(Fisketorget) cok yakin olan otelimize variyoruz. Yine ayni zincir Best Western
Plus Hordaheimen'de kalacagiz. Valizleri odaya atip cikiyoruz. Burasi bir fjort.
U seklindeki girintinin birucundan Torget denen yere yani U'nun dip kismina
yuruyoruz. Heryer yurume mesafesinde. 7 - 8 dakikada Fish Marketteyiz. Balik
yenecek elbette. Once camekanla kapali balik pazarini geziyoruz, cesit cesit
balik ve kabuklu deniz boculeri vitrinlerde. Denize yakin tarafta masalar da
var. Az ilersinde de acik alanda tenteler altinda balik tezgahlari var. Peynir, sarkuteri ve
muhtelif berry'lerden satan sagli sollu daha kucuk tezgahlar da mevcut burada.
Esas balik yenecek yerin burasi olduguna kanaat getirip (nedense!!!) oraya yuruyoruz. Kapali yerdekiyle benzer manzara
ama burasi daha otantik diye dusunup! Uzak Dogulu, İspanyol, İtalyan
garsonlarin servis yaptigi yerde yemege karar veriyoruz. Yiyeceklerimizi onden
secip seffaf naylonlarla cevrili masali bolume geciyoruz. Bir tabak somon, bir
çöp eskalop, bir çöp dcampi dedikleri buyukce karides (jumbo degil ama) bir
tabak da kucuk karides, bira ve su. Lezzet fena degil ancak tum
"pazar" goruntusune ragmen bir onceki gun Oslo'da gayet şık Louise
restorandakiyle ayni hesabi veriyoruz! Yaklasik 760 NOK! Cok da memnun kalmayarak cikiyoruz. İlerdeki
tezgahtan frabis alarak ilerliyoruz. Limanin karsi yakasina Bryggen deniyor.
Burada sivri damli, renkli boyanmis yanyana evler var. Bunlar ..,,, sirasinda
burada ticaret yapan Almanlar tarafindan inşaa edilmis evler ve depolar. Hemen
hepsi ya muze, ya hediyelik esya dukkani ya da bryggery (biraci) olmus! German
touch! 👍😉
Buraya
yurumeden once az ilerdeki funikulerle tepeye cikip sehri tepeden gorme
niyetindeyiz. Fløibanen denen funikulere return ticket alip hemen gelene
biniyoruz. Her 15 dakikada bir var zaten ve yukari yaklasik 3 - 4 dakikada
cikiyor. Tamami cam oldugu icin etrafi gorerek epey dik bir yamactan Fløyen
denen tepeye variyoruz. Vagon ful, tepe de turist kayniyor. Yogunluk bilin
bakalim hangi millet??? 😀🙈 tepeden sehrin goruntusu harika,
ozellikle liman. Tabii bol foto cekiliyor ama oldukca serin ve fazla vakit
gecirmeye de gerek yok. Donelim madem! Donus kuyrugunun baslarinda olmak
hasebiyle on camin onundeki siraya kuruluyorum asagi inerken video cekme
niyetiyle! Hizli cekim bir roller coaster tadinda olsun bari 😄🎢
Funikulerden
inip gucten dusen telefonlari sarj etmek ve birer cay icmek uzere tam kosedeki
Starbucks'a giriyoruz. Eski bir dostu bulmus gibiyiz 😊 Ve telefonlara
bir can gelince cikip Bryggen tarafina yuruyoruz. Yanyana renk renk ahsap
evlerin goruntusu cok sevimli. Muhtelif souvenirci icinden birinden Troll
magnetleri aliyoruz (alinacak tek sey bizce!), muhtelif bar/biraci arasindan
Una'yi begenip giriyoruz. Eh biralari denenmeli bir bugday birasi ve bir de IPA
iciliyor sirayla (ki IPA gercekten guzel) yanci olarak da patates ve sogan
halkalari super gidiyor!
7 - 8
saatlik tren + otobus yolculugu uzerine Bergen'i kesfetme calismalari! Yorgunuz
Leyla! O zaman hop otel, cup yatak! Sabah Nutshell'in esas turu 8:25'de trenle
basliyor. Bu kez otelde 7:00'deki kahvaltiya yetisebilecegiz, yasasin!
2 Eylul
Cumartesi
Sabah
oteldeki kahvalti "idare eder" sinifinda! Yumurta, tek cesit peynir,
biraz salam malam ve yogurt. Cay ve kahve de cabasi 😄 Istasyona gitmek
icin taksi istiyoruz. Recep.teki genc "yurusenize, tas catlasin 15
dakika!" diyor! Biz? Ne munasebet! Atliyoruz taksimize pasalarrr gibi.
Soforumuz de Turk cikiyor. Dogulu oldugu anlasilan abi 20 yil once gelmis.
Simdi de TR'den Afrika'ya is yapiyormus ara ara gidip geliyormus. Bir yandan
"buralar cok rahat, karisan gorusen yok" (ileri medeniyet) diyor, bir
yandan da " Turkiye gibisi yok" diyor! Buyrun yaman celiskiye ey
ahali! Soylemeye hacet uok, istasyona erken gelmisiz her nasilsa 😜
kenardaki kafelerden birine oturup trenin gelmesini bekliyoruz. Voss'a
gidecegiz, yani dun otobusle geldigimiz yere. Haftasonu ya tren yolu acik! Tren
geliyor, herkesle birlikte ayaklaniyoruz. Fakat o ne! Biz şok! Kafelerden
cikistan trene dogru insanlar kuyruk olusturmus! Kendiliginden, tamamen dogal,
tamamen organik ve tamamen otomatik 😳 Medeniyetin geldigi son nokta
olabilir mi?!? (Tespit #2 heryerde internet ulasimi mevcut; kafeler, tren
istasyonu, tren, sosyal ortamlarin hemen hepsinde ucretsiz internet. Bazi yerde
sifre yok, sifre olan yerde de gorunur bir yerde yazili).
Trene
biniyoruz, yerler numarasiz, buldugumuz koltuga oturuyoruz. İlk durak Voss'a
yaklasik 1 saatte variyoruz. Oradan otobus terminaline gidip (ki dunden asina
oldugumuz adres) orada bizi bekleyen otobuslerle Gudvagen'e gidecegiz. Nutshell
yolculari icin organize edilen 5 Gudvagen otobusunden birine biniyoruz.
Soforumuz kadin. Yine ormanlik ve %18 egimli hayli dik yamaclardan kivrila
kivrila iniyor, Gudvagen'e variyoruz. Nutshell programina buradan teknekere
binerek ve V seklinde bir fyordun icinde yol alarak devam edecegiz. Tum bu
tren- otobus- tekne - kamyon/jip/bip sureci gayet iyi organize edilmis. Hersey
tikir tikir ilerliyor. Gudvagen bir vadinin ortasinda, sessiz, huzur veren bir
yer. Muthis bir dogal guzelligin icindeyiz. Hava da sansimiza oldukca gunesli.
Tekneye biniyoruz. Tekne tasarimi da olaganustu! Iki yanda hafif rampalarla
onde ve arkada kat kat yukselen guvertelere cikmak mumukun. Tabii on tarafa
guverteye geciyoruz. Cok kalabalik degil, herkes istedigi yerden serbestce
izleyebiliyor sahane manzarayi. Yemyesil bir vadinin icindeki kivrilarak devam
eden suda ilerliyoruz. Teknede muhtelif milletten insan var. Bir de rehber
esliginde gelmis bir Turk grubu var. Ayni ucakla Oslo'ya geldigimiz grup bu.
Azimsanmayacak sayida Turk var aslinda gemide! Yaklasik 2,5 saat suren bu
yolculugun cogu zamanini disarda kah arkada, kah on taraftaki guvertelerden
birinde geciriyoruz. Arada birer sosis yemeyi de atlamiyoruz 😊 Buranin
lokal birasi olan Sommer Ale tadiyorum, gayet iyi! 👍 Ve "V"yi
tamamliyor Fläm'a yanasiyoruz. Burasi kucuk bir liman. Bizimki gibi teknelerin
yanisira buyukce bir cruise gemisi de yanasmis. Burada gecirecek 3 saatimiz
var. Sonrasinda meshur Fläm railway ile Myrdal istasyonuna gidecegiz. Oldukca
sempatik bir yer. Yanastigimiz cephede bir otel, cevrede birkac hediyelik esya dukkani
ve kafeler var. Biraz yuruyunce acik havada tenteler altinda yiyecek satan
tezgahlar goruyoruz. Yine asiri abartili rakamlar (self servis, plastik kapta,
banka oturup yemeli) balik corbasi 190 NOK (~85 TL)
Nedense hala
sasiriyorum bu fiyatlari gorunce! Alisamadim gitti! Tamam zengin ulke de bu
kadar da vur beline kazma olur mu? Oluyor, buyrun burda!
Biraz
hediyelik esya magazalarini geziyoruz, her yerde rastladigimiz troll magnet ya
da biblolari, onlarin viking versiyonlari, Norvec usulu desenli kazak, corap,
bere, kurklu sapka ve muhtelif giysi ve geyik postekileri (ozellikle kurkten ve
yunden mamul olanlarin fiyatlari arş-ı âla mertebesinde!) Vagondan bozma self
servis kafeden bir kahve almaya yelteniyorum, ucuncu denemede temiz bardagi
bulup kahve doldurtuyorum. Acik havada gunesin altinda iciyoruz. Limanin biraz
ilerisinde buyuk bir yesil alan var, bir kucuk de oyun parki. Parkta sallanan,
kaydiraktan kayan cocuklar. Tabii Lila ve Yaman geliyor aklimiza (aslinda pek
cikmiyorlar ya neyse!) Onlar bayilir cimenlerde gezmeye, yuvarlanmaya...
Tum gezi
boyunca bulundugumuz butun turistik mevkilerde asiri derecede Uzak Dogulu
turist mevcut. Klasik fotograf cekme meraklarini fotograf makinasi dan telefona
kaydirmislar! Herkes gibi tabii ama bunlar bir tik fazla! Yok aslinda en az 5
tik fazla! Cok dagurultucu ve kabalar! O Japon erkekleri tam hanzo. Geysalik
muessesesi de cokmus azizim. Belki hizmet tarafi devam ama o tipler ne oyle
allasen! Tip demisken, Norvec irki guzel tahmin edilecegi uzere. Ozellikle
gencler gercekten guzel ve itiraf edeyim (Murat da uzulerek kabul etti)
erkekler daha guzel! Viking soyu mudur nedir bilinmez ama "eline yuzune
bakilir" cinsten kendileri 😄 Bebeklere gelince, cok bebek var,
hepsi de birbirine benziyor (Yani bi nevi Uzak Dogulular gibi! Onlar da
birbirinden ayirt edilemez ya!) Hepsi kavun kafali, nokta burunlu, boncuk gozlu
ve bembeyaz ve cok tatli 😍 Bizim Yamiko gibi yani 💙
Fläm'a geri
donersek, cayirli cimenli yerde biraz vakit gecirip istasyona yakin demiryolu
muzesine gidiyoruz. Kucuk bir muze, Fläm demiryolu yapilirken kullanilan
malzemeler, lokomotif filani gorup cikiyoruz. Trene binmeye az kalmis, klasik
(medeniyet) kuyruk olusmaya baslamis. Eh biz de ucuna eklesiyoruz. Oyle bir
atmosfer olusuyor ki kendiliginden kaynak ustasi Orta Dogulusu da, Uzak
Dogulusu da saskin fakat uyumlu o duzgun kuyrugun bir parcasi oluyor, kimsenin
onune gecmeye calismiyor! Medeniyet bulasici mi?
Bu kez
bindigimiz tren eski moda, geleneksel bir tren. Myrdal'e yolculuk 1 saat
surecek ve sadece 20 km gidecegiz! Biraz show kismi isin! Rotada oldukca dik
yamaclar var. Egim 1/18 yukseklik 866 metre! Yola cikiyoruz tingir-mingir!
Yerler numarasiz, acilan cami olan ve gidis yonunde bir koltuga kuruluyoruz.
Daglarda tepeden inen selaleler. Bunlari teknede ve otobuste giderken de
gormustuk. Ana burda gorduklerimiz daha cok ve daha gur! Ara ara anons
yapiliyor sagimizda X gecidi, solumuzda Y selalesi, agac evler filan. Ve en
buyuk selaleye (Kjosfossen selalesi) gelince tren duruyor. Bir seyir terasina
bosaliyor vagonlar, herkes fotolar, selfieler filan derken, teknedeki Turk
rehberin sesini duyuyoruz "Su kayalara bakin, dikkatli bakin!" Meger
o grup da trendeymis! Neyse, konu o degil. O sirada bir muzik basliyor ve
selalenin hemen yanindaki kayalara bakiyoruz dikkatle. Kirmizi fistanli sari
sacli (peruklu) bir kiz dans etmeye basliyor, bir kac figur ve kayalarin
arasinda kayboluyor, hop biraz otede yeniden peydahlanip yine dansa devam! Hop
o da kayboluyor bir onceki yerden cikiyor. Boyle birkac batma-cikmadan sonra
selaleye yakin olan sarisin bir asagi atlama efektiyle showu bitiriyor. Bu dans
buradaki bir efsaneyi/soylenceyi temsil ediyor. Guzeller guzeli Huldra'nin
hikayesi! Bir Norvec miti, erkekleri guzelligiyle bastan cikariyor, ormanin
kuytularina cekiyor filan! Nasil? Ben begendim 😉 Bizim kirmizili uzun
sari sacli kiz(lar) da Norvec bale okulu ogrencileriymis. Trene binip yola
devam ediyoruz. Ve Myrdal'e variyoruz. Buradan da Oslo trenine binecegiz ve
Nutshell tamamina erecek! Myrdal'defazla beklemiyoruz, trenimiz geliyor,
biletimizde yazan numarali vagonumuzda, numarali koltuklara yerlesiyoruz.
Yolculuk 4,5 - 5 saat surecek. Trenin restoran vagonuna geciyoruz. Hem
birseyler yiyelim hem vakit gecsin. Ben sosisli ve bira istiyorum. Zira menu
kitapciginda resmi gorunen somon tabaginin canlisi biraz farkli! Murat ise Ikea
koftesi hayaliyle) kofte istiyor. Pek memnun kalmiyor. Olsun yolculuk gayet
keyifli! Yerimize donuyoruz, biraz yazi biraz uyuklama, biraz sohbetle Oslo
istasyonuna variyoruz. Saat 22:45. Ayni otelde kalacagiz. Artik istasyon da,
otel yolu da avucumuzun ici gibi! Minnak valuzlerimizi suruyerekten vuruyoruz
Karl Johans Gate'e. 10 dakikada oteldeyiz. Bu sefer odamiz en ust katta neyse
ki biraz daha buyuk. Minik de bir mutfagi var. Burada otellerde genellikle bir
kettle ve cay/kahve posetleri var. ikram! Birer cay iciyoruz. Ertesi sabah
erken kalkma derdimiz yok. Kahvaltidan sonra Oslo'da gezilecek, gormedigimiz
yerler gorulecek. Yorgunuz haliyle tumba!
3 Eylul
Pazar
Sabah
erkenden uyanip kostura kostura trene yetisme derdine dusmemek guzelmis.
Kahvaltidan sonra check-out yapip, valizleri recep.e birakip biraz gezmek
niyetindeyiz. Kahvalti bodrum katta, gayet basik ve sevimsiz bir mekan.
Birseyler atistirip check-out yapiyoruz. Niyetimiz Vigelands heykel parkini
gezip, bizim Cihangir benzeri GrunerLokka'ya gitmek. Ve bunu tramvayla yapmak.
12 nolu tramvay tam da bu rotada ilerliyor. Ana istasyondan gunluk bilet
aliyoruz (90 NOK). Bir kucuk yon karmasasi yasandiktan sonra "sakalsiz"
olan partinin dedigi yonde tramvay degistiriyor ve heykel parkinin tam onunde
iniyoruz. Cok buyuk, cok yesil ve cok guzel ve dahi ciplak heykellerin
bulundugu bir park burasi. Norvecli unlu heykeltras Gustav Vigaland'in
eserleriymis. 214 adet granit ve bronz insan heykeli! Tamami ciplak.
Cocukluktan yasliliga kadar yasamin cesitli evrelerini ve insana dair duygulari
(mutluluk, ofke, huzun, nese gibi) anlatiyor her bir heykel. En yukarida da
birbiri uzerine yigilmis 121 insan bedenini temsil eden, sutun seklinde buyuk bir heykel
var. Heykellerden baska, agaclar, cicekler ve ozellikle guller de muazzam.
Pazar olmasi sebebiyle mi bilinmez, oldukca kalabalik. (Gerci 7/24 saat acik ve
ucretsiz!) Sagim-solum, onum-arkam cekik gozluler! Populasyonun en az %80'i!
Sigara icip havayi bozan, heykellere sarilip resim cektiren, heykelin onunde
uzun sure lak-lak edip yolu kapatan, yuksek sesle konusan, gulen cekirge
surusu! Neyse, sinirlenmeyelim, burasi cok guzel. Hava da ortam da harika! Iyi
ki gelmisiz. Parki gezip, gerekli fotolari da cektikten sonra yine 12 nolu bu
kez ters yone giden tramvaya binip GrunerLokka nam yere gidiyoruz. Sokakta
rengarenk boyanmis graffitili duvarlar, kucuk tasarim magazalari, kafeler,
barlar var. Bir cafe zinciri olan Espresso Bar'a giriyoruz (kendisi
Danimarka'da da mevcut). Birer kahve iciyor, muffin didikliyoruz. Sempatik bir
yer. Cikip rampadan asagi yuruyoruz. Tripadvisor marifetiyle bulunmus
VulkanFisk'te balik yiyecegiz. Biraz yuruyup kucuk bir nehiri gecip saga
donuyoruz. Eskiden depo olan ya da depo susu verilmis bir dans merkezi cikiyor
karsimiza. Sonra cafeler, bistrolar yanyana. Ve Vulkan diye bir pasaj. Icinde
cesitli yiyecek satan, kiminin restorani da olan yerler. Italyan gidalari,
peynirci, sarkuteri, steakci ve bizim VulkanFisk de orda. Hem icerde hem
disarda masalar var. Disardaki masalardan birine oturuyoruz. Somon yemek
niyetindeyim ama balik olarak sadece "gunun" baligi varmis! Onun da
ne oldugunu bilmeyen yari-ebleh garson oglan bi kosu sefe sorup geliyor.
Tariften anlasildigi kadariyla dil baligi, yaninda patates ve bezelye puesi.
Murat buna fit, ben degil! Ben bir balik corbasi istiyorum, bir de ortaya
tereyaginda sarimsakli, acili karides! Benim corba cok guzel, dil baligi
kendinden beklenen kadarini veriyor. Karides de guzel. Hesap da artik alismaya
basladigimiz mertebede! Yemekten sonra cikiyoruz bakina bakina, tramvay
duragina gidip ilk tramvayla otele donuyoruz. (Tespit#3 Neredeyse hic sigara
icilmiyor buralarda. Elektronik sigara bile!) Saat 16:30'da limandan kalkip bizi
Kopenhag'a goturmek uzere bekleyen bir feribotumuz var. Bir taksiyle DFDS (Oslo
- Kopenhag arasi gidip gelen ferry hatti) iskelesine geliyoruz. Biletimiz
Istanbul'dayken alinmis, referans numarasini alip oda giris kartlarimizi
basiyor gisedeki kiz gulumseyerek ve iyi yolculuklar dileyerek. Norvec'te
herkes, gisedeki memurdan, trendeki konduktore, restorandaki garsondan
sokaktaki insana, herkes son derece guler yuzlu ve yardimsever. Eldeki
"pass"larla gemiye hemen giriyoruz. Bu vesileyle de Danimarka topraklarina girmis
oluyoruz. Hemen kamaramizi bulup yerlesiyoruz. 5. katta,
deniz manzarali normal yatakli bir kamara. (Deniz manzarali olmayan ve ranzali
secenekler de vardi. Ve tabii ki daha buyuk delux secenekler de. Biz bileti
alirken bu tur bir kamara sectik. Gayet de memnun kaldik.) Valizleri kamaraya
atip hemen kesfe cikiyoruz. Feribot 11 katli kocaman bir gemi. Cesitli temali,
restoranlari, barlari, kafeler, kumarhane, butik, spa alani ne ararsan var
icerde. Soylemeye gerek yok etrafta 72 milletten insan, ama ille de Uzak
Dogulular bas rolde! Once aksam yemegi icin 7Seas restorana rezervasyon
yaptiriyoruz. Rezervasyon saat dilimlerine gore 18:15'ten 20:15'e kadar
secenekli. Biz 20:00'ye rez. yapiyoruz cekirge surusu biraz olsun hafifler
diye. Sonra da arka guverteye kurulup kalkisi bekliyoruz. Gayet dakik kalkiyor
feribot ve yavas yavas fyortun icinde ilerlemeye, Oslo limanindan uzaklasmaya
basliyor. Oslo'nun cevresi (ya da fyordun ici demek daha dogru) adalarla dolu.
Ve hemen hepsinde yerlesim var. Kimi adada tek tuk evler, kimisinde daha
mahallevari yerlesimler. Bize eslik eden sahil koruma botlari, seyir
halinde irili ufakli tekneler, yelkenliler ve muthis bir doga! Ortam muhtesem!
On guverteye geciyoruz, sagli sollu kiyiyi izleyerek keyifle suruyor seyir. Bir
ara guverteye bakiyorum biz ve Avrupali oldugu anlasilan tek cocuklu bir
cekirdek aileden baska herkes cekik gozlu (taktim walla 😂😂)!
Gunesin etkisi azalip ruzgarin etkisi artinca ceketler, ruzgarliklar,
kapsonlar, sapkalar ve hatta sapka uzerine sarilan sallar (bu hali pek begenip
sosyal medyada paylasmalar! 😉) filan devreye giriyor. Fyorttaki en dar
noktayi da gectigimizi gozumuzle gorup(!) iceri giriyoruz. Butik acilmis biraz
dolasiyoruz. Icerde kucuk bir freeshop da var. Ama alinasi pek birsye yok,
cikiyoruz. Bu arada programa bakiyoruz, aksam barlardan birinde cilgin
eglenceye davet ediyor Kaptan. Eh gideriz elimize mi yapisir! Ne yazik ki
kumarhaneye gidemeyiz, dress code Noble!!! imis! Hay allah, ne uzulduk! Saat
20:00 oluyor ve 7Seas restorana giidyoruz. Giristeki hostes yerimizi
gosteriyor. On tarafta, cam kenarinda, dolunaya karsi gayet guzel bir masa. Biz
otururken yan masadan temiz catal-bicak asiran cekik gozluyu azarliyor hostes
kiz. Fakat adam piskin anlamazdan geliyor, bu kez daha keskin geliyor talimat!
"Temiz catallar servis alanindan aliniyor dedik!" Adam aldiklarini
birakip servis alanina yoneliyor artik caresiz! Yemek fena degil. Acik bufe
muhtelif deniz mahsulu, salata ve sarkuteri, ana yemek olarak et, tavuk, sebze
de var. Sarap ve cola da eslik ediyor gidalara. Peynir cesitleriyle de kapanisi
yapiyoruz. Karnimiz ziyadesiyle doydu, bari gidip kaptanin cilgin eglencesine
katilalim. Programda yazan bara gidiyoruz. Sahnede sarki soyleyen, parlak
kostumler giymis 2 kadin 2 erkekten olusan bir grup! Musamere tadinda, oturup
devamini izlemeye degmez. Ne yapiyoruz? Cikiyoruz! Biraz daha dolanip
tumba!
4 Eylul Pazartesi
Sabah 7:30 civari uyaniyoruz. Danimarka sularina girmisiz.
Daha dogrusu Danimarka ile Isvec arasindan Kopenhag limanina dogru ilerliyoruz.
Gece yemek yedigimiz salonda kahvaltiya gidiyoruz. Kahvalti acik bufe,
cekirgeler dort bir yanda! Bir masa bulup oturuyoruz. Kahvalti Best Western
Oslo'dan hallice. Geminin bir yakasinda Isvec, bir yakasinda Danimarka manzarasi!
Servis yapan gorevli cep telefonlarina gomulenleri uyariyor, "facebook'a
herzaman bakarsiniz. Manzarayi kacirmayin. Tekrari yok!" Adam hakli!
Kahvalti sonrasi odaya donup son kalan ivor ziviri da valizlere tikiyoruz. Saat
9:30'a geliyor ve komsular ufak ufak bavullariyla odalarda ayriliyor. Eh biz de
cikalim madem! Cikisin yapilacagi alana geliyoruz, yavas yavas burasi iyice
dolmaya basliyor ve gemi yanasiyor!
Daha onceden de sozlestigimiz uzere, Danimarkali is
arkadasim (simdi ailece de gorustugumuz) Jesper bizi sabah Kopenhag
limaninda karsilayacak. Bir sehir turu ve geleneksel Dan sofrasinda ogle yemegi
sozu var! Cikista bizi bekler buluyoruz. Once bir liman turu, sonrasinda
limanin cevredeki adalarin mimarisi, tarihcesi, simdiki kullanimi gibi
konularda bilgi aliyoruz kendisinden! Danimarka gecmiste son derece saldirgan
bir ulke! (Viking kani da var tabii!) O yuzden de ordu ve ozellikle donanma cok
onemli. Tum sistem nerdeyse donanma alt yapisindan ortaya cikmis. Norvec ile
siki yonetsel baglari var. Bir onceki kralin amcasi Norveclilerin istegi
uzerine Norvec krali olmus. Kiyidaki parkta geziyoruz, donanma, Kraliyet yati,
kiyilar arasi gezinti ve toplu ulasim tekneleri, Arhus'a giden deniz ucagi,
Opera binasini goruyoruz. Meshur "deniz kizi" heykelini ihmal etmiyoruz.
Cok meshur bu heykel ama oldukca kucuk bir sey! Boyutunu gorunce hayal
kirikligi oluyormus insanlarda! Bizi pek etkilemedi ne olumlu, ne olumsuz!
(Aslinda kiyida yuzen kugular daha ilginc) Gorduk mu gorduk! Foto da cekindik!
Daha ne! Park boyunca yuruyup bir onceki kralin heykelini goruyoruz, (bol
dovmeliymis bu Kral Frederic ve biraz ickici!!) Anglikan kilisesini geciyoruz,
yaninda sevimli bir golet. Uzerindeki bir iskeleden gecip askeri birligin
bulundugu bir alana giriyoruz elimizi kolumuuz sallaya sallaya. Koyu sariya
boyanmis yanyana bitisik iki katli binalar askeri ofislermis. Hala askeri alan
fakat ayni zamanda turistik bir yer! Tepede devriye gezen silahli bir asker,
yanindan jogging yapan bir kiz geciyor! Bu aliskin olmadigimiz goruntulerden
sadece biri! Kralicenin sarayinda nobet tutan muhafizlar da burada kaliyor.
Kilisenin ve birligin acildigi parkin adi Churchill Park, savas sirasinda
Ingilizlerdn aldiklari yardimin anisina bu parki Churchill olarak adlandirip
bir de bustunu dikmisler. Parkta hala siginaklar var. Cografi olarak Kopenhag
Amsterdam'a cok benziyor; cok sayida kanallar var. Kanallarda muhtelif gezinti
teknelerinden baska ev olarak kullanilan tekneler de var. Bunlarin kirasi ya da
satin alma degeri oldukca yuksekmis. Guvertesinde cicekler, pencerelerinde
perdeler ve dekoratif susler bulunan sevimli yasam alanlari oldukca populermis.
Burdan ayrilip nobet devir teslimini gormek uzere Kraliyet sarayina gidiyoruz.
Arabayi park edip Kraliceye, Veliaht Prense, devlet islerine (bir nev'i Divan)
ait saraylarla cevrili bir meydan. Oraya da el kol sallanarak girilebiliyor.
Her binanin onunde muhafizlar, cevrede silahli polisler ancak baska bir onlem
yok. Alan epey kalabalik (Toplulugun cogunlugu hangi millet? Bildiniz!) gorevi
devralacak muhafiz grubu uygun adim alana giris yapiyor bir toren esliginde
once kralicenin residansindan baslayarak degisiyorlar. Herkes yigilip foto
video cekmeye calisiyor. Devriye gezen polis yankesicilere karsi kibarca
uyariyor. Bir heyecan video mideo cekmeye calisiyorum ama bakiyorum ki bu kadar
debelenmeyi gerektirecek bir durum yok. Bizim Dolmabahce muhafizlari ornegin
(hem fiziksel, hem torensel olarak) cok daha izlenesiydi. Neyse, ayriliyoruz.
Hemen yakinlarda Christiania denen yere geliyoruz. Burasi 70'lerin basinda
marjinal gencler, sanatcilar ve hippilerin gelip yerlestigi, kendi kurallari ve
kendi yonetimi olan sehrin gobeginde ozgurlugunu ilan etmis bir yasam alani.
Bir utopya! Cikista "Su anda AB topraklarina giriyorsunuz!" tabelasi
var!!! Su kenarinda, 35 hektarlik yesil bir alanda rengarenk evler, kulubeler,
studyolar, atolyeler ve hediyelik esya (ve ot!!!) satan tezgahlar var.
zamaninda polis bu insanlari burdan atmaya kalkismis ama halkin baskisi ile
geri adim atmislar. Simdi kimse ilsmiyor! Bir anlamda ozerk bolge, vergi de
vermiyorlar! Ot serbest, zaten havadaki kokudan da cok belli (bu anlamda da
Amsterdam'i cagristirdi). Bir de kendi adlariyla tasarladiklari sepetli
bisikletleri var ki iyi satiyormus. Hemen fotograf video cekmelere baslaniyor tabii!
Fakat bir ara biri Murat'i durdurup kibarca foto cekmemesini istemis, hatta
cekilen fotolari telefondna silmis! Bu durumda fazla israrci olmayalim,
cekilmis fotolardan da olmayalim! Caktirmadan bir iki poz daha yeter! Bu ilginc
ve cilgin atmosferden cikip yemege gitme vaktidir. Jesper bizi soz verdigi
geleneksel Danimarka yemekleri yiyecegimiz bir aile isletmesi Tigoli Hallen'de
Frokost restorana goturuyor. Bir iki basamakla inilen yari bodrum kati, cok
sevimli bir yer. Onden herring baliginin muhtelif cesitlerinden deniyoruz,
masaya ekmekle beraber teeyag ve ordek yagi (duck fat) de geliyor. Geleneksek
olarak ekmege ordekmyagi surulur, uzerine de balik konup yenirmis. Eh biz de
oyle yedik elbette. Ana yemek olarak Murat Dan usulu kofte, bense "open
face sandwich" dedikleri o meshur cok tahilli ekmek ustune muhtelif et,
tartar, balik, pate vs ile hazirladiklari acik sandwich cesitlerinden
roastbeefli olanini ismarliyorum. Ikimiz de cok begeniyoruz yediklerimizi.
Uzerine kahve ve minik cookie atistirmaliklar. Jesper'a tur ve yemek icin
tesekkurlerimizi sunuyoruz, (sagolsun) bizi otelimize de birakip evine donuyor.
Booking.com'dan buldugumuz ve
sehre yakin oldugu icin digerlerinin uzerindeki fiyatini sineye cektigimiz otel
muazzam bir yer cikiyor. Bir spa ve tasarim oteliymis megerse! Giris deri
koltuklar, uzerlerinde postekiler, yastiklar. Asansore giris sanayi
buzdolabi kapisindan! Harika bir havuzu var! Odamiz ise minik bir suit, muthis
bir tasarimi var, giriste kucuk mutfak (harika bit kettle), oturma alani deri
koltuk, kocaman duz ekran tv, yatak kismi bir duvarla ayriliyor, dort kosesinde
sutunlar ve perdeler. Banyo da super, armaturlerin, havlu askilarinin tasarimi
harika. Hersey hersey cok guzel gorunuyor. Aksamustu Murat'in kuzininin kizi
Burcu ile bulusacagiz. Mesajlasiyoruz, 16:30'da Nyhavn'da bulusmak uzere
sozlesiyoruz. Nyhavn eski sehir bolgesinde ortasinda bir kanal ve iki yaninda
rengarenk binalarin, restoran ve barlarin (eski caglardan beri!) bulundugu,
kanaldan eski yeni teknelerin demirledigi tablo gorunumunde bir yer. Arka
tarafinda alis veris caddeleri, cafe ve restoranlar mevcut. Recepteki cocuktan
bilgi alip biraz ilerdeki kopruyu gecerek Forum metro duragina yuruyoruz. 10
dakika bile surmuyor. Bu istayondan ayni yone havaalani hatti da geciyor. Bu
durumda yarin havaalanina metro ile gidilecek. Murta bavul cekilir mi bunca
mesafe diye itiraz edecek oluyor ve geri puskurtuluyor. Bavul dedigi cabin size
minnaklar! 2 durak sonra Nyhavn'dayiz. Burcu ile bulusuyoruz. Bizi ofisine de
goturuyor. Harika dekore edilmis eski bir bina Best Seller head ofice! Kendi
odasi en ustte ve asansor yok. Murat gafil avlanarak en ust kata kadar
tirmnaiyor. Kendi de sasiyor! 😄 Sirketin yonetimini, calisma saatlerini,
fazla mesaiye tepkilerini, iisn yani sira sosyal hayata, sagliga da verdikleri
onemi dinleyip buranin bambaska bir dunya olduguna bir kez daha kanaat
getiriyoruz. Eh dile kolay burasi duntanin en mutlu insanlarinin yasadigi ulke!
Fazla mutluluktan intihar eden insanlar! "O ha!" diyesim var! Dedim
hatta😄 Burcu bizi Madklubben adinda bir restorana goturuyor. Burasi bir
zincir aslinda. Kurucusu burayi cazip hale getirip satmis ve gayet yaratici bu
sahsiyet farkli konsepte sahip restoranlar acip satiyormus. Yemekler set
halinde, baslangic + ana yemek (ve side dish'ler) + tatli seklinde sabit
fiyatla (300 DKK) sunuluyor. Her ogun icin oldukca zengin et, balik (istakoz
dahil) ve vegetarian secenekler var. Gayet de lezzetli. Burcu ile cok keyifli
bir sohbet esliginde gayet guzel bir yemek yiyoruz. Burcu ertesi gun erkenden
bir toplantiya sehir disina gidecegi icin cok da sallanmiyoruz. O evine biz de
metro ile geldigimiz yoldan otelimize gidiyoruz.
5 Eylul Sali
Son gunumuz! Donus ucagi saat 18:40'da! Yani sehirde vakit
gecirecek hatri sayilir bir zaman var! Sabah kahvaltiyi otelde yapmaktan imtina
ediyoruz zira, odadaki cay ve kahveler gayet organik ve bitkisel ve dahi
cevresel! oldugu icin siyah cay ve kafeinli kahve olmama ihtimalini goze alarak
disarda kahvaltiya karar veriyoruz. Metroyla onceki aksam gittigimiz Nyhavn'a
gidecegiz. Otelin diisna cikip metroya yollandigimizda orta siddette (hatta
siddetli) bir sok yasiyoruz. Caddede onlarca, yuzlerce bisikletli! Hurraaaa
onumuzden geciyorlar, sank bisiklet yarisi! Her yas grubundan kizli erkekli,
coluklu cocuklu, kopekli, yani-onu-arkasi sepetli hic gormedigimiz kadra cok
bisikletli! Yolun ic kenari bisikletlilere ayrilmis durumda. Trafik isiklarinda
bekliyorlar, yesil yandi mi haydaaa akin akin pedal pedal! Biz resmen sok!
Koyden indim sehire! Bir de bisiklet yoluna girerseniz gayte acimasiz
oluyorlarmis! Aman diyim! Yaya yolundan cikmayarak metroya yuruyoruz. Nyhavn'a
gelip kahvalti edecegimiz bir yer aramaya basliyoruz. Limanda manzara enfes!
Oyle bizdeki ya da Amerika'daki gibi cok kolay degil kahvaltici bulmak. Ara
sokaklarda geziniyoruz, restoranlarin pek cogu hazirliklara baslamis ama
kahvalti yok! Neyse... Norvec'te de sikca gordugumuz taze meyve suyu ve cafe
zinciri Joe and the Juice'tan baska secenek yok gibi. Giriyoruz omlet ve meyve
suyu, sonrasinda da kahve... Buraya kadar gelmisken bir Danish yeme
cabasindayiz bir yandan da (yani ben!) Yok mu soyle oz hakiki Danish yapan bir
firin??? Internetten bakiliyor 3 isimden ikinciisnin adresi yakin gorunuyor.
Oraya segirtiyoruz tazecik citir citir Danish hayaliyle ve fakat tezgahta
gordugumuz cesitler pek de cazip degil! Sanki cok taze degiller, biraz kuur,
biraz ezik... Olsun goruntuye aldanmamali, gelmisken denemeli! Ama goruntu
ve tad gayet paralel. Pismanlik, hayal kirikligi, luzumsuz kalori yuklemesi,
hepsi ☹️
Bitirmeden cikiyoruz. Alisveris merkezine dogru gidiyoruz, biraz dolasiyoruz,
bir iki dukkana girip cikma, Murat'in telefon trafigi, oglen oluyor. Hemen
meydandaki TGI' yi gozume kestirmisim! Donerayak biraz pislik
(hamburger+patates+bira) fena olmaz. Yemek sonrasi artik otele gidip valizleri
almali, metro marifetiyle havaalanina avdet etmeli...